Günümüzde teknolojinin de hızla ilerlemesiyle beraber, günümüz film kültürü sürekli gelişiyor. Bu gelişim başta bir sahnenin çekim ekipmanlarından, maliyetine kadar yansıtmakta. Çünkü sürekli güncellenen ve takibi sağlamlaşan ürünler, daha güçlü etiket fiyatları ile satılıyor. Bu durumda, her geçen gün daha kaliteli filmlerin çıkmasını beklemek doğal. Fakat durum ne yazık ki öyle değil.
Nitekim bazı filmler yalnızca öne çıkardıkları oyuncuların çağrısı ile, büyük bir gişe yapmayı hedefliyorlar. Ancak filmin gişesi, başarısındaki yalnızca bir etmen olabilir. Keza filmin barındırdığı bir mesaj yoksa, içeriği zayıfsa; yeni ve teknolojik ekipmanlar işe yaramaz. Dolayısıyla, bir filmi izleyicinin gözünde efsane yapan, mutlak olarak fikri ve felsefesidir. Bugün de, insanların hafızasında efsaneleşmiş, hatırı sayılır bir başarı etmiş filmlere bakacağız.
Burada, tekrar hatırlatmak gerek ki; bu filmlerin çoğunluğu eski. Yani üst paragrafta değinildiği gibi, başarılarında kesinlikle inanılmaz teknolojik ekipmanların payı yok. Aynı zamanda, kült filmler denilen kavram; mutlak olarak filmin dışından ziyade içini ele alır. Dolayısıyla, belli ve kemik izleyici kitlesi bulunan eserler, bazı filtrelerden geçerek bu listeye dâhil olabilir. İşte şimdi, en yedi yedi kült film sıralaması!
1-) Dövüş Kulübü (1999)
Dövüş kulübü, üzerinden yirmi sene geçmesine rağmen hâlâ ısrarla ve tutkuyla seyrediliyor. Elbette bu başarısında, onu asla akıllardan çıkarmayan bazı detayları var. Öncelikle, dövüş kulübü içinde muazzam bir felsefe barındırıyor. Bu felsefe, tamamen kapitalist bir anlayışın egemen olduğu bir evrende düşünülmüş. Teknolojinin hızla ilerlediği, insanların temel içgüdülerini atıp eşyaların kölesi olmaya başladığı bir evren.
Bu evren ilk olarak, zamanın Amerika'sını ele geçirmiştir. İnsanların birçoğu eşyalarının onları tanımladığını, karakterize ettiğini düşünürler. Böylece, soyut da olsa anlamsız bir yarış başlamış olur. Fakat tüm bu sahip olunan değerler, insan içindeki maneviyatta hiçbir anlam bulamamıştır. Filmde Jack isimli karakter, hayatını yalnız süren bir beyaz yakalıdır. Kuşkusuz bir şirkette çalışır ve hayatı yalnızca maddiyat olmuştur. Zamanla , mahvedilmiş hayatından bıkar ve uyku sorunları yaşamaya başlar.
İşte, Dövüş Kulübü tam olarak kapitalist düzenin yıktığı, esir ettiği hayatları ele alır. Elbette filmin devamında gelişen olaylar; insanın en temel hislerini açığa çıkarmaya başlar. Jack öylesine devasa gel-gitler yaşar ki, bir süre sonra içinden bir anarşist çıkar. Bu anarşist, hemen hemen herkesin tanıdığı Tyler Durden'dir. O, yeni çağın erkeklerinde rastlanmayan tüm sıradışı özelliklere ve niteliklere sahiptir. Böylece, Tyler Durden öncülüğünde kurulan Dövüş Kulübü, bir zaman sonra yüzlerce erkeği kendine çeker. Ve işte, filmdeki en anahtar kelime orada söylenmeye başlanır: "Dövüş Kulübü'nden Kimseye Söz Etme!"
Bu andan sonra, ilkel yaşamdaki gibi, erkekler özlerindeki ödül mekanizmasına dönerler. Kapitalizmin vadettiği her şeyden kaçınır, ona lanet okurlar. Fakat bir müddet sonra, bu çatışma ister istemez korkunç bir anarşiye döner. Hiç kuşkusuz Jack'in içinde hissettiği buhranlar, daha büyük kargaşaları getirir. Fakat filmde yakalanması gereken detaylardan biri de Jack'in yaşadığı kişilik bölünmesi. Bir tarafta gamsız, vurdumduymaz ve güçlü erkeği sembol eden Tyler Durden var. Bir tarafta ise modern yaşamın zayıflattığı, varoluşun inceliklerini kaçıran yalnız bir Jack.
Kuşkusuz ikilinin iniş çıkışları, birbirleri ile olan ilişkileri oldukça iyi irdelenmiş. İzleyici ilk zamanlar meydana gelen karmaşayı anlamasa da, filmin ortalarına doğru düğümler çözülmekte. Böylece Tyler Durden'in yalnızca ileri psikolojik sorunlardan meydana geldiği açıklanmış olur. Aynı zamanda acının ve esaretin, sonunda bir anarşiye kadar varan anlatısı izleyiciye aktarılır. Şu durumda, ileri boyutlardaki acının kesinlikle nefreti doğurduğu aşikârdır.
İçinde barındırdığı tüm bu farklılıklar ve felsefe ile Dövüş Kulübü yapılmış en iyi filmlerden bir tanesi. Nitekim hâlâ çok büyük bir hayran kitlesine, takipçiye sahip. Çünkü bu kült eser, gövdesinde taşıdığı fikri çok geniş bir alana yaymıştır. Kapitalizmin yaydığı sorunları ve köleleşme sistemi, dünyada tam olarak yeni boyut kazanmakta. Ve kendi hayatında yeni bir durak arayanlar için, Dövüş Kulübü'nün felsefesi muazzam!
2-) V For Vendetta (2005)
İşte yine bir felsefe, yine bir fikir! V For Vendetta, kuşkusuz 2000 sonrası çekilmiş ve yayınlanmış en iyi kült eserlerden... Öncelikle eser yine kendi fikrini empoze edebilmek için, soyut bir evren yaratmaya çalışıyor. Bu evren, yeni bir dönemdeki İngiltere'yi konu alırken, bulundurduğu detaylar ile yeni bir anlam kazanmakta.
Film evrenine göre tamamen totaliter bir rejimle yönetilen İngiltere, artık düşünce özgürlüğünden çok uzaktır. İnsanlar öylesine sindirilmiş ve bastırılmıştır ki, kimse ağzını açıp da tek kelime edemez. Nitekim ülkedeki bu korkunç siyaset anlayışı, bir yerden sonra daha da baskınlaşır. Böylece halkın korkuyla sindirilmiş egemenliği, yine bir kahramanın ellerinde hayat bulur. O, V adında maskeli bir adamdır. Fakat totaliter rejimi bir felsefe ile yıkmak yerine; şiddete karşı şiddet gösterir. Aslında bu durum da bir idealdir.
Çünkü V, yarattığı fikre göre halkı birleşmeye davet eder. Bu birleşme Guy Fawkes Günü olan, 5 kasımda gerçekleştirilecektir. Elbete bu andan sonrası, halkın da gösterdiği tutumla beraber bir direniş öyküsüne döner. Rejim ile halk arasında bir savaş patlak verir ve bu savaş bir taraf düşene değin devam eder.
Aslında V For Vendetta'nın film ideolojisi oluşturulurken, tarihteki bazı gerçeklerden yaralanılmıştır. Örneğin, Hitler'in uyguladığı katı yönetim veya "İdeal Yönetim" denilen akım, öncü sayılabilir. Çünkü hükumetin önde gelen erkanı, en doğru yönetim sisteminin bu olduğuna inanır. İnsanları belli yerlere kapatarak, (deyimi yerindeyse hapsederek) mutlak bir itaat sağlamak isterler. Müzik dinlemek, yüksek sesle konuşmak gibi en temel insan iletişimleri bile bastırılmaya çalışılır. Sonuçta bu baskınlık, Vendetta'nın öncülüğünde bir baş kaldırıya vesile olur.
Nihayetinde Dövüş Kulübü gibi felsefesi ve düşüncesi elzem sayılan bir kült eser ortaya çıkmış olur. Konunun Vendetta ile alakalı olan kısmını bitirmeden; film ideolojisini tekrarlayan bir sözü hatırlatmak gerek: "Fikirlere kurşun işlemez!"
3-) Zoraki Kral (2010)
Zoraki Kral, listenin ilk iki filmine göre biraz daha farklı konulara değinmekte. Film öncelikli olarak İngiltere'de geçen bir ilişkiyi temel alarak işlenmiş. Eserin yarattığı evreninde, dönemin İngiltere Kralı bir kekemedir. Elbette yönetimin başında olan birisi için oldukça zor durumlar yaşar. Ve sonunda bu hastalığını, rahatsızlığını yenmek için Avusturyalı bir doktorla çalışmaya başlar.
Olay örgüsü çoğunlukla terapist Lionel Logue ve İngiliz Kralı VI.George arasında geçen iletişimi anlatır. Aslında Zoraki Kral filmini kült eserler arasında sokan başarısı, içindeki tezatlığın iyi işlenmesi. Zira bir kralın başlı başına kekeme olması, film içerisine apayrı bir yaratıcılık katar. Ayrıca filmin tarihsel boyutu, yine bir dramı beraberinde getirir: VI. George tahta geçtiğinde II. Dünya Savaşı patlak verir. Böylece, savaşa dâhil olan baş ülkelerden birinin kralı iken, VI.George'ın işi oldukça zorlaşır.
İşte bu içsel kavga, yönetimin getirdiği sorumluluk ve bir takım kişisel problemler, kral için oldukça zorlayıcıdır. Hem bir hanedan mensubu olduğu için kaygı taşır hem de halkına duyduğu sorumluluk hissini. Kendisini oldukça zorlu bekleyen yıllar içerisinde, elbette destekçisi terapisti olacaktır. Nihayetinde, asker psikoloji ve bu konuda deneyimli olan Avusturyalı terapist, manevi anlamda kralı besleyecektir.
Hiç kuşkusuz Zoraki Kral'ın bu listede olmaması, filmin başarısına ve deneyimine büyük haksızlık olurdu.
4-) Fidel'in Yüzünden (2006)
Film 1970'lerde geçen dram türünde oldukça başarılı bir yapımdır. Konusu Anna isminde henüz dokuz yaşında bir kızın, bütünüyle değişen yaşamına adapte olmasını anlatır. Fakat değişim bu kadar yüzeysel olmamaktadır.
Anna'nın ailesi oldukça itibarlı ve prestijli insan oluşmaktadır. Tamamen burjuvazinin şiarlarında bir yaşam sürerken; kendi ideolojik yapılarına ters bir durum yaşarlar. Bu durum, İspanya'da faşist Fraco yönetimine göğüs geren, karşı çıkan komünist enişteden kaynaklanır. Film bu raddeye kadar sık sık siyası-kültürel konulara değinirken; sonradan bir bakıma da olsa dramlaşır. Çünkü içerdiği fikre göre, her ideolojinin ve siyasi görüşün karanlık bir tarafı vardır. Filmde doğrudan işlenmese de, evin dadısı bile kaybettiği bütün değerleri Kübalı Castro'ya bağlar.
Olay örgüsü, daha sonra komünizm bekçisi eniştenin ölümüyle sürer. Ve eniştenin ardında bıraktığı aileyle tümüyle Anna'ların şatafatlı hayatına dâhil olurlar. O zamandan sonra yalnızca burjuvazinin konforunu düşünen Anna'nın babası, dağılan aile ile büyük bir kedere boğulur. Nihayetinde kendisine yakıştırdığı bu elzem hayattan pişmanlık duyar. Hemen ardından, ailedeki siyasi görüş değişikliği ile Şili'ye ideolojik ve felsefi bir yolculuğa çıkarlar. Bu yolculuk sonunda yeni fikirlerle, öğütlerle ve yepyeni bir görüşle dolmuşlardır.
Aniden şatafatlı hayatın yanılgısından kurtulmak isteyen adam, daha mütevazı bir apartman dairesine taşır. İşte, Anna'nın dokuz yaşına rağmen yaşadığı içsel karmaşa tam olarak burada başlar. Çünkü annesi ve babasının alaşağı ettikleri eski düzen, onun alıştığı esas düzendir. Ve hemen sonra, daha sade bir yaşama geçmesiyle beraber, müthiş bir kafa karışıklığı yaşamaya başlar.
Film bir bakıma, Türkiye'nin 70'lerdeki siyasi değişimi ve politikasını da andırıyor. Yine bir sağ-sol çatışması ve değişen yaşamlar, aynen bağdaştırılmış. Nitekim eseri ülkemiz içerisinde bu kadar değerli kılan etmenlerin başında bu var. Fakat üstünkörü değil, daha derin ve işlevsel anlatılması da, yine izleyiciye yeni bir bakış açısı kazandırıyor.
5-) Geçmişin Gölgesinde (1998)
İşte yine eski bir film ve yine bir fikir! Geçmişin Gölgesinde, 98 Amerika yapımı kült bir eser. Film, öldürülen babasının intikamını kendi adaletiyle almak isteyen bir genci konu alıyor. Nitekim bu adalet, onu kavram anlayışlarını gösterdiği gibi, meşru bir yoldan da olmuyor. Derek babasının bir uyuşturucu satıcısı tarafından öldürüldüğünü öğrendiğinde, illegal bir çete mensubu olmaya karar verir. Böylece faşist görüşlü bu örgüt için çalışır, iş yapar.
Çetenin kendince belirlediği fikirlerden bir tanesi; buraya ait olmayanlara zarar vermektir. Elbette onların aidiyet kavramı, kendileri gibi olmayanları dışlamaktan söz eder. Sözgelimi, Derek bir gün yine bir hırsızlığa kalkışırken, mal sahibi zenciler tarafından fark edilir. Ardından, bir münakaşa neticesinde karşılık veren iki siyahi genci öldürür.
Bütün bu olanlardan sonra hapse giren Derek, küçük kardeşini ne yazık ki başıboş bırakır. Ve tahmin edilebileceği gibi kardeşi, ağabeyi Derek'in izinden giderek illegal işlere kalkışır. İşte tam bu noktada, Derek yürüdüğü yolun yanlış olduğunu fark etmiştir. Dört duvar arasında düşünmeye bolca vakti varken, daha olgun, daha sağduyulu biri hâline gelir. Çetelerin deyimiyle, artık bir "dazlak" değildir ve "dazlak" olanlardan nefret etmektedir. Nitekim Derek'in kalan hayatındaki tek ideali kardeşine doğru yolu göstermek, aynı hatalardan uzak tutmaktır.
Geçmişin Gölgesinde, isminden de anlaşılacağı gibi geçmişi esas alıp yeni bir fikir oluşturmayı belirtir. Derek'in yalnızca bir intikam hırsı için çıktığı yolda rastladığı zorluklar ve yanlışlar, ona en doğru kılavuzu hediye eder. Böylece, kardeşinin hayatındaki ağabey rolünü daha iyi üstlenir.
6-) Otomatik Portakal (1971)
Listedeki en eski filmlerden olan Otomatik Portakal, Amerikan yapımı bir Dram/Gizem eseridir. Film ne yazık ki yayınlandıktan çok uzun yıllar sonra Türkiye'de gösterime girmiş. (1996)
Film öncelikli olarak dehşet bağımlısı bir grup genci konu alır. Bu grup bir zaman sonra çevrelerine öyle büyük zararlar verirler ki, çetenin başı olan Alex yakalanıp gözaltına alınır. İşte tam bu noktada, onu yargılayıp hapse attırmak yerine başka bir ceza yöntemi uygulanır. Bu ceza, yeni bir şiddet deneyinde kobay olarak kullanılmasını sağlar. Nitekim tahmin edilebileceği gibi bu deney insanoğlunun şiddete olan yatkınlığını sona erdirmeyi hedefler. Fakat Alex'in de başına gelenler gibi, bütün bu deneyler yanlış ve insan doğasına aykırıdır.
Sonuçta ortaya çıkan farklılıklar, kobay olarak kullanılan gencin hayatını tümüyle değiştirecektir.
Otomatik Portakal, üst paragrafta da belirtildiği üzere; insan tabiatına aykırı bir tedavi yöntemini çağrıştırır. Çünkü bir yerde öfke ve şiddet gibi kavramları ötekileştirmek, duygu ve düşünceleri de yıkmaktır. Öte yandan film içerisinde sisteme dayanan onlarca alt metin ve eleştiri var. Bunlar eserde doğrudan yapılmak yerine, daha derin ve incelikli olarak anlatılmakta.
Fakat her ne olursa olsun; Otomatik Portakal tüm zamanların en iyi kült filmler listesinde yer alıyor. Eserin baş rollerinde Malcolm McDowell gibi usta oyuncular yer alıyor. Aynı zamanda, dönemindeki en iyi ödüllere de sahip olması, yine onu ölümsüz kılan detaylardan.
7-) Soysuzlar Çetesi (2009)
Listenin son sırasında, yine Brad Pitt'in baş rollerinde olduğu bir eser var. Soysuzlar çetesi kült filmler içerisinde özel bir yere sahip. Zira film yine yakın tarihte, yarı kurgusal yarı da tarihsel bir senaryoya sahip.
Film, Almanya'nın güçlü saldırılarından sonra zayıflayan Fransa yönetimi ve halkın çaresizliğini anlatıyor. Öncelikle savaşta büyük zarar gören sivillerden yalnızca bir tanesi olan Shosanna, ailesinin katline şahit olmuştur. Bu şekilde, psikoloji büyük bir hasar almış vaziyette, yeni bir kimlik alarak doğrudan Paris'e gider. Orada kendine yeni bir hayat ve yeni bir düzen kurarak, her şeye sıfırdan başlamak ister.
Tüm bunlar olurken, Alman'ların Yahudi düşmanlığı ve üstünlüğü kırmak isteyen bir Yahudi Teğmen planlar yapar. Teğmenin adı Raine'dir. Farklı bir ülkede, civarındaki askerleri konuşlandırarak ve onlara kendi fikrini empoze ederek çalışır. Böylece çoğu Yahudi asker, Alman düşmanlığını kazanmış vaziyette onun etrafında toplanır.
İlerleyen zamanlarda, planlar kuran teğmen Raine ve Shosanna'nın yolu, beklenmedik bir şekilde kesişir. İkilinin arasındaki ilişki, birbirlerine karşı duydukları bağ; hikâyeyi güçlü kılan etmenlerin başında geliyor. Çünkü ikisi de ortak değerler ve ortak düşmanlar tarafından yara almışlardır. Filmde teğmen rolünü Brad Pitt üstlenirken, Shosanna'yı Mélanie Laurent canlandırmakta. Film eleştirmenlerinin çoğunluğu, ikili arasındaki enerji ve uyumu yerinde bulmuş. Nitekim böylesine dram yüklü bir film dünyası içinde, ikisinin ortak ettiği mücadele muazzam işlenmiştir.
Sonuçta Soysuzlar Çetesi'ni akıcı kurgusu ve muazzam oyunculukları ile kült filmler arasına sokan oyuncuları ve yönetmeni de ayrıca tebrik edilmeli. Yazıyı bitirmeden evvel, bu listeyi yalnızca izleyiciyi yavan bırakmayan eserlerden derlemeye çalıştığımızı hatırlatmalıyız. Unutmayın, içinde olduğunuz eser sizi yüceltir...
Yorum Yap